Bu kitabı yazarken, karakterlerimin peşinden en etkileyici kafelere, güzel balkonlara ve canım Paris manzaralarına gittim. Bu seyahatte Montmartre’nin basamaklarına tırmandım, Rue de Cler pazarındaki renkli görüntülere hayranlıkla baktım, küçük ara sokaklardaki gizli kafelerde espresso yudumladım. Hepsi unutulmazdı.
Ama bu hikâye, çikolatalı kruvasanlardan ve bir bahar günündeki Eyfel Kulesi’nden daha derinlere iniyor. Bu hikâyenin sayfaları, 1940’lı yılların savaşla yıpranmış Paris’inde, gönül yaralarını ve travmaları ele alıyor. Günümüzde ise direnmeyi, affetmeyi ve sevmeyi becerebilen veya beceremeyen karakterleri.
Bu kitap, benim Paris’e yazdığım aşk mektubum. Ve belki bir gün, bir mektup daha yazarım. Şimdilik, hayal ettiğim bu hikâyenin, karakterlerin, Paris’in her şeyinin en ince detayına kadar keyfini çıkarmanızı umuyorum.
Nilüfer çiçekleri yürek parçalayıcı yolculuklardan geçer. Tohumları toprakla, artıklarla ve birbirine giren köklerle kaplı bulanık bataklık suyunda filizlenir. Çiçek açmaları için bu korkunç karanlıkta yolunu bulması gerekir, suyun üstünde bir yerde güneş ışığının olduğunu içten içe bilmeli ya da en azından bunu umut etmeli. Böylelikle bu yolculuktan zarar görmeden çıkar ve zafer kazanmış bir şekilde çiçek açar.
1940’ların işgal altındaki Paris’inde Paris’in tüm çiçeklerini beklerken Paris’in tüm acılarını kendinde bulan bir kadın… 2000’lerde Işığın Şehri Paris’in nostaljik havasında ve aydınlığında kendi acılarıyla ve geçmişiyle yüzleşebilmek için başka bir kadının geçmişinin peşinde iz süren başka bir kadın…
Kendine özgü sürükleyici tarzıyla Sarah Jio bu romanında bulanık sularda derinlere batmış iki nilüfer olan güçlü kadın karakterlerle geçmiş ve bugün arasında köprü kurarak hayatta önemli olan şeyleri hatırlatıyor.
**
“Gerçek şu ki Paris’in bütün çiçekleri, son taç yaprağına varana dek, asla acımı dindirmeyecekti ve belki bir parçam sonsuza kadar yas tutacak fakat artık anladım ki, gerçekten inandım ki, hayat hâlâ güzel ve her gün yeni bir lütuf.”
1940'lı yıllarda Alman işgali altında olan Fransa'da babası ve kızı ile yaşayan Celine bunca olaya rağmen mutlu bir hayat sürmektedir fakat Yahudi oldukları ortaya çıkınca her şey değişmeye başlamıştır. Önce işlerinden sonra da kaçmaya çalışırken hayatlarından olurlar. Celine'yi ayrı babası ve kızını ayrı yere götürmüştür askerler. Ama kızı Cosi kaçmayı başararak annesinin yanına gelir ve annesinin götürüldüğü evde gizlice yaşamaya başlar. O küçücük kalbi ile birçok şeyi atlatır...
2000'lerde Pariste yaşayan Caroline bir gün yaşadığı bir kaza sonucu hafızasını kaybeder ve hiçbir şeyi hatırlamaz. Evine geldiğinde Celine tarafından sevgilisi Luc'a yazılmış ama malesef ki gönderilmemiş olan mektupları bulur ve onun hikayesini çözmeye çalışır. Bir yandan da hafızasını kaybettiği için yaşadığı bu hayatı anlamaya çalışırken hayatı hakkındaki gizemin de ortaya çıkması yakındır.
"Hayat, rüyası aşk olan uzun bir uykudur."
Yine iki farklı tarihte geçen bir Sarah Jio kitabı. Özellikle bu geçmiş günümüz arasında geçen hikayeleri hep daha çok sevmişimdir çünkü iki farklı hikayeyi de merak edip kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Sarah Jio'nun bu kitabını da hikayesinin merak uyandırması ve kurgusunun güzel olması sebebiyle elimden bırakamadım. Özellikle Cosi'nin o minnacık kalbi, yaşadıkları... Luc'un güzel sevgisi... Celine'nin ailesi özellikle kızı için yaptıkları ve Yahudi olanlara acımasızca davranmları.... beni çok ama çok etkiledi. Kitapla ilgili tek sıkıntı bazı yerlerde kopukluklar vardı. Mesela Cosi ve Luc'a sonra noldu ? Cosi nasıl kurtarıldı ? Caroline’ı takip eden kimdi ? gibi sorular cevapsız kaldı. Ama bunlar haricinden üslubu, hikayesi ve sürükleyici oluşu yine harikaydı. Eğer sizi alıp başka dünyalara götüren bir kitap okumak isterseniz, okumanızı öneririm.
Yorumlar
Yorum Gönder