Zweig bu novellası'nda bir kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir. Özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun hikâyesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir anlatıya dönüşür. Yapıtı için mekân olarak muhteşem atmosferiyle Fransız Riviera'sını seçen Zweig, 1920'li yılların sonlarında Avrupa'nın "kibar" tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çeker.
**
‘İnsanların çoğu sınırlı bir hayal gücüne sahiptir. Duyumlarını uyaracak ölçüde yakınlarında gerçekleşmeyen bir olaya ilgi göstermek pek içlerinden gelmez; ama aynı şeyi gözlerinin önünde, doğrudan duygularına dokunma mesafesinde gerçekleşirse, bu olay önemsiz bile olsa, hemen aşırı bir duyarlılık gösterirler.’
"Katlanılmaz bir şey bu; insanın yaşadığı müddetçe hayatındaki tek bir olaya,tek bir güne kilitlenip kalması."
Hani bazı yazarlar vardır sayfalar dolusu yazarlar yazarlar ama siz de bir etki yaratmazlar bazıları da vardır 100 sayfadan az yazarlar ama o kadar yoğun ve sizi içine çekip etkileyen bir anlatımları vardır ki... İşte Stefan Zweig benim için bu etkiyi yaratan bir yazar. Bu kadar kısa yazıp nasıl böyle bir etki yaratıyor anlamış değilim. Okuduğum diğer iki kitabında da (Satranç,Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu) aynı etki vardı. Bu yüzden Zweig'ı çok severim.
"Kim bilir,belki de insanın bunları anlaması için ağrıyan bir kalbe gereksinimi vardır."
Kitaba gelecek olursak dediğim gibi kısa olmasına rağmen o kadar dolu bir kitap ki... Her satırda,her sayfasında sizi o kadar etkiliyor ki kalbiniz de beyniniz de hissediyorsunuz bu etkiyi. Başları biraz durağan geçse de Mrs.C. 24 saatlik hikayeyi anlatmaya başlayınca kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz.
Kısacası her zamanki gibi çok beğendiğim bir Zweig kitabı oldu. Kesinlikle alın, okuyun derim.Ne demek istediğimi o zaman anlayacaksınız. :)
Yorumlar
Yorum Gönder